Aklımız ile cennete çevireceğimizi zannettiğimiz dünyanın nasıl cehennem olduğuna şahitlik ettiğimiz şu günlerde Allah’ın aklımızdan büyük olduğunu ve aklımız ile Allah’a iman edemeyeceğimizi bir kez daha anlamanın şükranı içerisindeyim. Kalbime, aklıma haddini bildirdiği için teşekkür ediyorum. Fakat ben bu yazıya başlarken ne için Sokrates’e sahte Grek istinadında bulunan Nietzsche’yi konu edindim? Dünyanın gündemini kasıp kavuran bir virüs ile Sokrates ve Nietzsche’nin ne bağı var? Sokrates’in öldüğünü bildiğim halde Nietzsche’ye ne diye itibar ediyorum hâlâ? Ve ben 17 Mart akşamı bu yazıyı yazmaya neden icbar ediliyorum?
Bildiğim bir şeylerin olduğunu iddia ettiğim her lahza, başıma bir musibet, sükût ettiğim her an bir bela geldi. Ne anamdan gayrısına âşık olabildim ne Allah’tan başkasına iman edebildim. Aklım beni her belada yalnız bıraktı. Kalbim başıma gelebilecek bir musibet sezdiğinde beni kendi dilince telkin etti. Anacığımın ettiği dualarla bugüne kadar sağ salim gelebilmiş olmam duanın tek kudret olduğuna inanmam için yeterli sebepti. Anacığımın duası olduktan sonra canıma kimin veya neyin kastettiğinin hiçbir ehemmiyeti yok. “Allah acınızı bana göstermesin yavrum…” Başka ne olabilir ki iktidar dediğin?
Malumunuz üzere dünyaya korona adlı bir virüs tasallut etti. Global medya, bir anda bütün dünyayı kasıp kavuran ve menşei Çin olan bir virüsü bütün dünyaya tanıtma ihtiyacı güttü. Sözde belirli hayvanları yiyen Çin halkına bir virüs musallat olmuş. Akciğere inen bu virüs gribal enfeksiyon ile kendini belli ediyor, sonrasında ise nefes darlığı ve hatta insanları boğarak insanların ölmesine sebebiyet veriyormuş. Bütün dünyaya yayılan virüs, Çin’den sonra en fazla Ortadoğu ülkesi olarak İran’da, Avrupa ülkesi olarak ise İtalya’da ölümlere yol açmış. Dünyada yayın yapan bütün uluslararası medyanın gece gündüz haber yaptığı bu sahtekârlığa da ölmeden evvel şahit oldum. İnsanları kandırmak, insanları öldürmekten daha elzemdir. Medyanın en muhkem yönü insanları öldürmek değil kandırmaktır. İman ettiğimiz müddetçe uyanık olmaya mahkumuz. Doğal yollarla insanlara sirayet etmiş bir virüs yalanına inanacak kadar ahmak olmamalıyız. Korona adlı virüsün doğal bir virüs olduğuna hiçbir kuvvet beni inandıramaz. Yıllarca aynı hayvanları yiyerek beslenen Çin halkı, ne oldu da birden o hayvanlar ile gıdasını alırken “korona” adlı virüse yakalandı? Nasıl oldu da dünya medyası, cennete çevirmeye kalktıkları dünyayı distopya olarak bizlere lanse etmeye başladı?
Virüs ölümcül bir virüs biliyorum, ciddiyetinin farkındayım fakat bu virüsün global bir oyundan ibaret olduğu gerçeğini de yadsıyacak kadar ahmak değilim. Beni tedirgin eden tek şey bu oyunun içerisinde canımdan çok sevdiğim anacığımın da (kendisinin farkında olmamasına rağmen) dahil olmasıdır.
Sizler Sokrates’in koronadan değil de baldıran zehrinden öldüğünü zannediyorsunuz. Nietzsche’nin ise bu olay ile ne irtibatı olduğunu içinizden geçirirken, söylediklerimin zırvalamaktan ibaret olduğunu düşünüyorsunuz. Ben ise Sokrates’i öldüren demokratlar ile yapay olarak elde ettikleri bir virüs ile insanları öldüren demokratların aynı demokratlar olduğunu bilmenin hazzını yaşıyorum. O gün Sokrates’i idama mahkûm eden demokrasinin, bugün insanlığı ölüme sürüklemekten gocunacağını mı zannediyorsunuz? Yahut da Nietzsche’nin 1883 yılında “Ubermensch” dediği şeyi hafızamdan sildiğimi mi düşünüyorsunuz? Kâhin olmadığımı, Müslüman bir Türk şairi olduğumu unutmayın. Zamanında insanca, pek insanca olan şeyleri yıkmanın yolunu felsefî bir düzlemde anlatan Nietzsche, “Beni 200 yıl sonra anlayacaklar” lafzını beyhude yahut faraza bir söylem olarak söylemedi. Üretilen bir virüsün ortalama olarak yaşlı nüfusu hedef alması; kültürün yok edilmesine, bağımlı nüfusun ortadan kaldırılmasına, kusursuz ırkı yani “Ubermensch”i oluşturulmasına zemin hazırlıyor. Camilerimiz kapandı, selamlaşmamıza ket vuruldu, cemaat haline gelmemiz yasaklandı. Mamafih Kâbe’de tavaf etmek de müşkül duruma düştü ve kapatıldı. Sırada “Ubermensch”in ortaya çıkıp insanlığı kurtarması kaldı. İnsanca, pek insanca olan şeylere insanlık bir an dahi olsa veda etti.
200 yıl sonra Nietzsche’yi anlamak ve anlamlandırmak bir Türk şaire nasip olduysa, bunu yalnızca Allah’ın bana ihsan ettiği imanın sayesinden gayrı bir şey olmayacağını da sizlere söylemem gerekir.
Nietzsche’nin gamı, kurduğu muhkem felsefesinin ahmak demokratların eline düşmesinden ve “Ubermensch”in bu ahmaklar içerisinde doğamayacak olmasındandır. Nietzsche, insanların bu aymazlıktan vazgeçmeleri için insanca, pek insanca şeyleri yıkmak istiyordu. Ubermensch dediği şeyin korona olamayacağını budala gavurlar yakında anlayacaklardır. Fakat kabul etmeliyim ki korona insanca, pek insanca şeyleri bir an dahi olsa hayatımızdan çıkarttı. Sokrates ise hâlâ kendine vurmak şartıyla uzanan elleri -ki buna korona da dahil- kıracak birilerini arıyor.
Allaha hamdolsun ki Sokrates hâlâ at sineği, Nietzsche hala nihilist, ben hala Türk’üm.